İnsanoğluna verilen nimetlerin en kıymetlilerin başında hayatı gelir.Ancak fert veya toplum olarak, bu kıymetli emaneti uğrunda feda etmemiz gereken bazı kutsal değerlerimiz de bulunur. Kişinin bu kutsal değerler uğrunda hayatını feda etmesi, onun dünya ve ahirette en yüce mertebelere ulaşmasına vesile olur.
Bir müslümanın Allah yolunda,İslam uğrunda öldürülmesine şehadet denirken bu uğurda ölen kişiye de şehit denir.(Dini kav.söz.615)
Ayrıca din, namus, vatan, bayrak ve hürriyet gibi kutsal değerler uğrunda canını ortaya koyup, İ’layı Kelimetullah için mücadele eden ancak şehadete nail olamayan kişiye ise, gazi denir.
İnsan bu dünyada çalışarak pek çok rütbelere erişebilir. Ancak şehitlik ve gazilik,inanç sayesinde canı ortaya koyarak kazanılan rütbelerdir. Şehitlik ve gazilik bu yönüyle rütbelerin en üstünüdür.Zira bu rütbe hem hak hem de halk katında muteberdir.Çünkü şehid, cennetlik olduğuna dünyada şahitlik edilen, kendisi de ahiret yurdunda kavuşacağı nimet ve mükafatlara tanıklık edendir.
Allah (c.c.)Ayet-i kerimelerinde;”Allah yolunda öldürülenlere (yani şehidlere) ölüler demeyin.Bilakis onlar diridirler.Ancak siz bunu bilemezsiniz”(Bakara Suresi 154). Başka bir ayette ise; “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler. Rableri katında, Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.”(Ali İmran-169-170)
Peygamber efendimiz ise;”Hiç kimse cennete girdikten sonra bütün dünyaya sahip olsa bile-tekrar dünyaya dönmek istemez.Yalnız şehitler erdikleri nimetler sebebiyle dünyaya dönüp,on defa şehit olmayı arzu ederler”(Buhari,Cihat,21,III 208);
“Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi sonra tekrar dirilip, savaşarak tekrar öldürülmemi,.yine dirilip,savaşta öldürülmemi arzu ederim”(Buhari,Cihat ,7,III,2031)
K.Kerimde ve Hadislerde Allah yolunda din, mukaddesat uğrunda savaşan ve mücadele edenlerin övülmesi mükafat ve nimetlerle müjdelenmesi sebebiyle, özellikle Türklerde şehadet bir özlem, gazilik ise bir şeref ünvanı olmuştur. Ecdadımız; ”Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum” düsturunu kendisine prensip edinmiş, hiçbir zaman esareti kabul etmemiş, dinini, namusunu ve hürriyetini ayaklar altında çiğnetmemiştir.Çünkü inancımız bu uğurlarda can vermeyi, canını ortaya koymayı erişilebilecek rütbelerin en yücesi olarak kabul eder. Nitekim Kur’an-ı Kerimde: ”Deki “bize iki iyilikten (gazilik ve şehitlikten) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz.”(Tevbe9/52), sevgili peygamberimiz ise gazileri şu güzelliklerle müjdelemektedir: “Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yarasından kan akarak Allahın huzuruna gelir, renk kan rengi; kokusu ise misk kokusudur.”(Buhari ,Cihad.10)
Allah (c.c) düşmana karşı güçlü olmayı, ve kuvvet hazırlamayı emrederken Peygamber efendimiz nöbet tutan ve düşman gözleyen göze ateşin dokunmayacağı (Tirmizi Fedailül –Cihad,12,No:1639IV,175), Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmayı gündüzleri oruçla geceleri de ibadetle geçirilen bir aydan daha hayırlı, Vazife başında ölürse yapmakta olduğu amelin ve rızkın devam edeceği ve kabir fitnesinden kurtulacağı (Müslim İmare,163,II,1520) müjdelerini vererek askerlik yapmanın önemine dikkat çekmiştir. Ancak şunu da unutmayalım ki şehit veya gazi olmak için İslama ve müslümanlara saldırmayan gayr-i müslimlere saldırmak dinimizin prensiplerine aykırıdır.. Ayette: “sizinle savaşanlara karşı, Allah yolunda siz de savaşın” buyurulur.(Bakara/190)
Nasılki, İ’la-yı kelimetullah ve kutsal değerler uğrunda mücadele ederken ruhunu yüce Mevla’ya teslim edene şehit deniyorsa bu uğurlarda fikren ve fiilen mücadele eden, dini ve kutsal değerleri için, Allah’ın rızasını kazanmak ve dinine hizmet etmek için gecesini gündüzüne katan, ilmiyle icatlarıyla, teknolojiyle islama hizmet eden ve müslümanların ilerlemesine katkıda bulunan, toplumun ıslahı için hayri tavsiye şerri men eden kişilerin de dünya ve ahretteki mertebeleri yüce olacaktır.
Ok ve kılıç ile savaşma devri kapanmıştır. Çağımız din, devlet ve vatan düşmanlarına karşı bilim, teknoloji ve ekonomi ile mücadele çağıdır. Düşmana karşı caydırıcı güç olarak Kur’anın ifadesi ile, “kuvvet hazırlama” çağıdır. Bu kuvvet ise bilim, ekonomi ve teknolojiye dayanan tank, top, tüfek, uçak ve çağımızın gereği, düşmanı caydırıcı nitelikteki her türlü güçtür. Din,vatan ve mukaddesat düşmanları karşısında onlardan daha kuvvetli ve caydırıcı güç olmak, elbetteki çalışmak, mücadele etmek ve başarılı olmakla mümkündür. Bu sebeple müslümana yakışan asrının tekniğiyle mücehhez , bu gün dünden ve düşmanlarından daha güçlü olmasıdır. Bu güç ise çok çalışarak elde edilir. Zira çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamayı alışkanlık haline getirmiş milletler;evvela haysiyetlerini,sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
Terakki tek yönlü olmaz. Bir milletin ilerlemesi toplumun huzuru hem maddi ilerleme, hem de manevi değerlere bağlılıkla gerçekleşir. Unutulan benliğe, kaybedilen şuur ve iradeye, hatırlanmayan ecdat ve şehitlere, ayaklar altına alınan manevi değerlere, aileye ve gençliğe sahip çıkmadıkca istikbalin aydınlığından, geleceğin teminatından bahsedilemez.
Vatan ve milletimizin ebedi varlığı ve devletimizin bölünmez bütünlüğü uğrunda, ülkemizin her karış toprağını kanlarıyla sulayan şehit ve gazilerimizi şükran ve minnetle yad ederken, M.Akif ERSOY’un şu dizilerini kulağımıza küpe edelim:
“Zannetme ki ecdadın asırlarca uyurdu.
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu.”